18 Mayıs 2008 Pazar

Çokmuşsun Bende

İçimdeki onca kalabalığa rağmen yalnızım...Meğer ne çokmuşsun bende.Sen gittiğini sandın değil mi?Ben de öyle sanmıştım...Ama hayır...Her şeyinle kalmışsın, giden sadece bedenin olmuş.Ruhun bende kalmış, gözlerin bende...Hasretin bende kalmış, özlemin bende...Sen bende kalmışsın, ben yalnızlığın içinde...

Gözlerinin karasında şimdi gecelerim...Susuşlarının sessizliğinde hayallerim...Sessiz çığlıklar biriktiriyor yüreğim...Yağmura inat akıyor gözyaşlarım...Engel olamıyorum, engel olmak istemiyorum.Yüreğimdeki bulutların resmidir onlar.Onlar katıksız bir sevdanın isimsiz şahitleridir.Dokunamam ki onlara...Onlar, bana senden tek hatıra.

Yağmur yağıyor bugün yine.Yüreğimin en kuytu köşelerine vuruyor damlaları...Sen de böyle bir günde gitmiştin...Yine yağmur yağıyordu, yağmura karışıyordu gözyaşlarım.Sen anlamıyordun sevgili...Yüreğimden akanları yağmur sanıyordun.Bir sevda daha yağmura karışıyordu ve damla damla eriyordu aşk...Gözlerimizin önünde bir bitiş sahneleniyordu ve son perdeyi oynuyorduk ikimiz.Peki ama neden bu kadar zordu "Hoşçakal" demek?Zordu ; çünkü senden sonra "Hoşça" kalmak mümkün müydü sevgili, mümkün müydü?..
Sen yüreğimde, yüreğim avuçlarımda şimdi.Yaşanmamış zamanlar, can çekişen umutlar kaldı bu sevdadan geriye...
Şimdi gitmelerin ve bitmelerin mevsimi...Yüreğimi alıp gidiyorum ben de.Yalnızlığımı da yoldaş yapıyorum kendime...Nereye mi?Yağmurların hiç durmadan yağdığı en uzak sahillere...Belki , belki oralarda, bu sevdanın şahitleri, yağmura anlatırlar sevdamı, benim sana anlatamadıklarımı...

12 Mayıs 2008 Pazartesi

10 Mayıs 2008 Cumartesi

Nazım Hikmet - Aşk Üstüne


Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.

Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası....

Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

Hayatı ıskalamaya lüksün yok senin.....

Nazım HİKMET

Sen...


Saat gecenin bir yarısı. Belki de burukluk değil benimkisi, sadece sade bir sitem. Bir insanın sürekli mi canı sıkılır. Bir tarafa atılmış gibi hisseder yüreğini. Bir boşluktur doldurulmaz. Yerine koymak istersin farkında olmadan kimilerini, koyamazsın. Sarılmak istersin belki de ona hiç sarılmadığın kadar sıkıca ve yürekten.

Bazen öyle insanlar çıkar ki karşına, öyle zayıf anlarında yakalarlarki seni, o şiddetli sarılışları onlarla yaparsın. Tabiki o da karşılık verir sanki yerini o an için dolduruyormuş inancıyla sen zorladıkça zorlayan cinstendir. Yok ama bilmezki bu ayrıdır. Bir kere o çok eskilerden hatıra koku yoktur üzerinde koklamaya alıştığın. O tik tak atan, şiddetini gözbebeklerinin büyümesinden anladığın, dinledikçe hissettiğin yüreğin sesi başka türlüdür, yerini tutmaz. Kollar bir başka türlü sarardıki seni, o sarılış bedeni sardımıydı korku, üzüntü, kaygı kalmazdı. O eve geç gelişlerini bekleyen meraklı gözler telaşla kapıyı açtığında seni karşısında görmenin verdiği mutlulukla bir başka parlardı.

Şimdi yoksun. Uzaktasın... Kulaklarım o her sabah beni uyandırdığın sese muhtaç şimdi. O merakla gittiğim, gördüğüm, yaptığım, ettiğim her yeri her şeyi dinlemeye hazır seni özlüyorum. O asabi tavırlarıma sabırla karşılık veren seni özlüyorum. Uzak değilsin belki ama sana istediğim an uzanamayan ellerimi bir yerlere sığdıramıyorum.

Her şey içimde patlıyor; seviçler, kederler, kaygılar... Kimse yerini tutmuyor. Olmuyor işte; diyeceksin kocaman oldun ne bu çocukça yalnızlık. Bu yalnızlık değil annem, sensizliğe alışamamanın sitemi her boşlukta beni saran.

Yine de uzaklarda olsan da varlığını bilmek güzel. Hayatta olman bana güç veriyor. En azından senin için birseyler yapıyor olmanın gururu ve inancıyla yaşıyorum. Ama yine de ister yirmi yirmibeş, ister kırk kırkbeş, suya muhtaç bir çiçek gibi sana muhtacım.

Seni çok seviyorum...

6 Mayıs 2008 Salı

Bitmeyen Sarhoşluk

Bütün kadehlerimi hep sana adıyorum
Hep senin için bu bir bir boşalan şişeler
Umutsuzluğum, sarhoşluğum senin eserin
Senin yüzünden bu delicesine içmeler

Dayanmak zor yalnızlığına akşamların
Unutmak mümkün değil seni bir şarkı gibi
Ağır ağır ilerleyen bu zaman içinde
Her an bir sarhoşluktur sensizliğin verdiği

Odur bu boy boy şişeler, bu renk renk kadehler
Yoksa bu çirkin yalnızlık, bu keder o değil
Bütün içkilerden sert yokluğundur, anladım
Yokluğundur yakan kanımı, ispirto değil

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

2 Mayıs 2008 Cuma

Eğer

Eğer ;
O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu
bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...
her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
Can Dündar

28 Nisan 2008 Pazartesi

Mektup

Ne seni unutabiliyorum Nede senden kalanları* Başımın içinde bir ur gibi büyüyorsun. Seni unutmamanın verdiği acılara dayanamıyorum artık...

Unutamamanın Bu kadar ezici kahredici olduğunu bilmezdim* her yerde* her zaman benimle birliktesin* işin kötüsü herşeyde seni hatırlıyorum. Kalabalıkta gelişi güzel söylenmiş bir söz bile yetiyor seni düşünmem icin

Yanlızlığımda ise sesin kulaklarımda* avuçlarının sıcaklını hissediyorum. Yaşanmış zamanlar bir film şeridi gibi geçiyor hafızamdan* anılarımızı en küçük noktalarına kadar birer birer hatırlıyorum... İşte o zaman bu seni unutamayan başı* duvarlara vura vura parçalamak geliyor içimden. Renklerin Kokuların* seslerin ve ışığın bile seni hatırlattığı bir dünyada yaşamak harikulade birşey olurdu belki... ama sende unutmasaydın...

Beni unutmadığını* hala sevdiğini bilsem herşeye katlanırdım. Unutamamanın değilde unutulmamanın vereceği eşsiz mutluluğun içinde erir kaybolurdum...

Sevmek bir bakıma unutmamaya mahkum olmaktır...
Sevilmemişsek; birde unutulmaya mahkum oluşumuz var en hazini.
insan* unutabildiği kadar güçlüyse ; unutamadığı ölcüde yıkık ve ezik kalıyor. ancak bir kurşun kadar uzaktasın benden biliyorum ve ciğerlerime saplanmış bir kurşun gibisin hala. Seni çıkarıp atmakta elimde değil Sana gelmekte... Gelsem ne değişecekki ? Gözlerin eskisi gibi Gülebilecekmiydi? Hayırlayacak sevinecekmiydin ? Hiç konuşmadan <<>> diyebilecekmiydi ellerin? Hayır değil mi! Öyleyse hiç gelmeyeceğim sana. Böylesi daha iyi

Gün oluyor seni unutabilmek için bu şehirden çok uzaklara gitmek istiyorum.. Sokaklar evler cadedeler vitrinler* seni hatırlatıyor. Hatırlatmasın diye...

Gün oluyor anlıyorum senden ve bu şehirden kaçmanın faydasızlığını... Çünkü; Biliyorum* nereye gitsem benimle geleceksin yada gittiğim her yerde senden birşey olacak...

SENİ;
UNUTABİLDİGİM GÜN YENİDEN VE DAHA ÇOK SEVMEYE BAŞLAYACAĞIM...

25 Nisan 2008 Cuma

Günbatimi ve Özlemler..

Günbatımında başlar özlemler. El ayak çekilmeye başlayınca bu yalancı kentten, kalırsın baş başa bir sen, bir yalnızlığın, birde özlemlerin… Ellerin üşümeye başlar yoksa sevgilin yanında… En büyük özlem de onadır ya Kendini hep yarım hep eksik hissedersin. Duvarlar üstüne gelir Onun yokluğunda. Yaktığın sigara bile senin gibidir biraz acı biraz kederli yanar.

Sonra bir şarkı tutturursun yada geliverir aklına. Söylersin ama O duymaz, istersin gelmez. Özlersin onu. Sonra bir bakmışsın iki damla yaş akmış yanaklarından ona doğru. Süzülürken yaşlar yanağından dudaklarına, öper de yollarsın o yaşları Ona. Özlemişsindir.

Sonra ardından bir sigara daha yakarsın sonra bir tane daha bir tane daha... Baktın olmuyor, bulamıyorsun bir çare atarsın kendini yatağa uyuyup kurtulmak için bu özlem acısından… Önceleri acı zannedersin ama, sonra anlarsın ki o senin sevginin ateşi, sevginde onun oksijeni. Ama bilemezsin ki her şey daha ağır daha acı olacaktır şimdi.

Kapatırsın ışığı girersin yatağa… Bir de bakmışsın bedenin yalnız, bedenin buz gibi. Ararsın beklersin bir dokunuş, bir sarılış… Uyurken duymak istersin o sıcak nefesin verdiği huzuru ama, sende bilirsin ki sağın karanlık solun karanlık. Hani alışmıştır kulakların duymak ister iyi geceler sözünü, küçücük masum bir öpücük istersin… Yalnızsın ne duyarsın ne hissedersin.

Bir serseri mayınsındır artık… İçin özlem yüklü yüreğinde bir derin yara beklersin uykuyu bir sağa bir sola dönüp. Dedim ya yalnızsın ne uykun gelir ne sızısı diner gönlünün. Uyumak için kapatırsın gözlerini gözünün önüne mutlu anlar gelir, gülümser sana. O tebessüm ettikçe senin yüzün asılır. Sonra haykırmak istersin içinden ama, olmaz. Sonra bir küfür sallarsın yalnızlığına bir isyan edersin özlemine. Kızıp durursun sonra uyuya kalırsın… Sabah kalktığında geceden kalma hüznün hala damarlarında dolaştığını hissedersin… Sonra iş güç derken uzaklaşıverir damarlarında dolaşan bu serseri hüzün… Rahatlarsın.

Ama unutmuşsundur ki, gün batımında başlar özlemler...

24 Nisan 2008 Perşembe

Ben İki Kişilik Yaşıyorum Sen Bilmiyorsun

Ben iki kişilik yaşıyorum, sen bilmiyorsun...
İki kişilik uyuyorum, iki kişilik uyanıyorum... İki kişilik hazırlıyorum kahvaltıyı...
Gözlerimi kapatıp, ellerimi yüzünde gezdirmek, önce ellerime ezberletmek seni...
Seninle seyretmek yıldızları...
Seninle aramak düşlerimdeki o uzak, keşfedilmemiş yeri...
Pembe mercan kayalıklarını,kırmızı balıkları, sarı yosunların sardığı cam şeffaflığındaki deniz taşlarını, denizkızlarını...
Bir ucu bendeki gökkuşağının, diğer ucundaki o hazineyi...
Yüreğinde bir avuç toprak bulabilmek oralardan... Mucizelerinle silerken belleğimden korkularımı, yepyeni düşler kurmak seninle... Seninle yıkmak bütün duvarları...
Seninle açmak buz gibi demir kapıları... Güçsüz, savunmasız ve alabildiğince çocuk olmak seninle...
Sen konuşurken dinlemek saatlerce ve öpücükten virgüller kondurmak, yarım nefeslik duraklar vermek kelimelerinin arasına...
Derin uykulardayken seyretmek seni ve yüzünde gördüğüm o çocuk masumuyetine yüzümü sürmek... Seninle beklemek göçmen kuşları... Geldiklerinde seninle sevinmek ve seninle hüzünlenmek giderlerken...
Seninle kaybolmak bilmediğimiz bir şehirde...
Güzel bir kış şarkısını yeniden söylemek seninle...
Bütün tik-tak lardan uzak, dünya zamanının çok ötesinde bilinmeyen zamanları keşfetmek seninle...
Vücut dilinin kurduğu her cümlenin tek öznesi ve sebebi olmak... Hayatın an lardan ibaret olduğunu unutmadan....
Ben iki kişilik yaşıyorum, sen bilmiyorsun..

Onu Bir Ömür Beklerim

Artık neyin özlemini çekeceğimi ben de bilmiyorum. Alışıla gelmiş oyunlar gibi bu hayat oyununda da sürekli bir yerlere savrulmaktan çok sıkıldım. Hep yarını beklemekten, gecenin karanlığından korkmaktan ve yarının bana getireceği sürprizleri beklemeden kaçıp gitmek…gözlerin bir an olsun bakmadan arkaya, kimse duymadan usulca sokulmak başka bir hayatın kollarına.

Bunu yapabilir miyim? Gerçekten bunu yapabilir miyim acaba? Sevinci, üzüntüyü, aşkı, acıyı, sevgiyi, öfkeyi, korkuyu ve yalnızlığı bir anda silip atabilir miyim? Bunlarda sıyrılıp yeniden, yeniden sevebilir miyim? İçim cız etmez mi? Gözlerim dolu dolu olmaz mı?canım yanmaz mı elimi kaldırıp sallamaya çalışırken son bir kez daha? Öksüz çocukların masum yüzleri gibi benim de bir parçacık masumlaşmaz mı yüzüm? Sonra hıçkırıklara boğulmaz mıyım? Düğüm düğüm düğümlenmez mi boğazıma unutamadığım insanlar? Bir ömür boyu ıstırap çektirmez mi kalbimin kulaklarımdan hiç gitmeyen o buğulu sesi? Yoo…! Hayır, ben bunu yapamam. Ne olursa olsun hayattan, yaşamaktan, bu kadar kolay pes edemem.

Yarını bir ömür boyu beklerim. Ama bana sırf aydınlık bir günün sabahını getirmesi için.
Evet, sırf bunu için. Onu bir ömür boyu beklerim.

18 Nisan 2008 Cuma

"Herkesin Harcı Değildir, Küllerinden Yeniden Doğmak "


Küllerinden doğan insanların ruhlarını anlamayız pek.İmreniriz onlara. Hayata tutunma çabalarını, başarılarını, düştükten sonra kalka bilmelerini takdir ederiz. Ancak pek de iyi anlamayız o insanların iç dünyalarını. Neden onca düştükten sonra kalkabilmeyi başarıyorlar acaba? Bu soruyu sormayız pek. Sorsak ta yanıtını veremeyeceğimizi düşünerek bırakırız işin peşini.
Güçlü bir kişilik gerektiriyor küllerinden yeniden doğmak. Düşünce ayağa kalkabilmek için yapılacak daha çok şeyimizin olduğunu düşünmek gerekiyor. Hayatı çok sevmek gerekiyor yeniden doğmak için. Yenilgiyi kolay kabul etmeyen bir kişilik gerektiriyor yeniden dirilmek. yenilgiyi derse çevirme becerisi gerektiriyor yeniden ayağa kalkabilmek. Hayata herkes gibi değil , daha farklı bir bakış gerektiriyor bu işler. İnatçı, tuttuğunu kopartan bir kişilikte şart elbette. Her şeyden önce yaptığına inanmak gerekiyor, ayağa dikilmek için..Hayatta başarının yanında ciddi başarısızlıkların da olabıleceğinide kabul etmek gerekir. içindeki Şam enerjisinin, gizli güçlerin farkında olmayı gerektirir küllerinden yeniden doğmak..küllerinden yeniden doğmak kendine sonuna kadar inanmayı gerektirir. Asıl olan kendi gücündür, geri kalan her şey sana ancak destek olabilir felsefesini içselleştirmek gerekir. Yeniden ve yeniden denemekten bıkmamak gerekir ayağa kalkabilmek için her seferinde...Hayata bir kez geldigini , hayatın provasının olmadığını, hayatın bir insana verilen en büyük hazine olduğunu bilmesi gerekir kişinin küllerinden yeniden doğabilmesi için..
Demek ki sevgili sevgili dostum, herkesin harcı değildir, küllerinden yeniden doğmak, kül olmayı göze almak çok zor iştir...

16 Nisan 2008 Çarşamba

Serçe' nin Aşkı

bir gün aşık olmuş serçe güle
gül demiş anlat aşkını hele
serçe bir göz yaşı dökmüş güle
gül demiş aşkın bumuydu serçe

serçe güle son bir kez bakmış
bu göz yaşı kalbilden bir kanmış
serçeler dünyada bir kez ağlarmış
bu göz yaşı sonunda ölüm varmış

gül anlamış serçenin aşkını
gül serçe koymuş aşkının adını
gül hala tutmakta serçenin yasını

ben seni serçe kadar seviyorum
aşkımı herkese ilan ediyorum
sana bir demet gül değil
bir damla göz yaşı sunuyorum

not:serçeler hayatları boyunca birkez ağlarlar.bu ağlamada bir damla göz yaşıdır.bir damla göz yaşını ölmeden birkaç saniye önce dökerler.

15 Nisan 2008 Salı

Beyaz Önlük- Gel Son Defa Saril Bana



Bu şarkıyı ne zaman dinlesem...

CASPER

14 Nisan 2008 Pazartesi

Düğüm


"KOPAN İPE, SIMSIKI BİR DÜĞÜM ATARSINIZ,İPİN EN SAĞLAM YERİ ARTIK BU DÜĞÜMDÜR;AMA İPE HER DOKUNDUĞUNUZDA, CANINIZI ACITACAK TEK NOKTA, YİNE O DÜĞÜMDÜR..! "

KİMİN HAYATINDA NE KADAR YADA KİMİN HAYATININ NERELERİNDE NE KADAR DÜĞÜM OLDUĞUNU SANIRIM SADECE KİŞİNİN KENDİSİ BİLİR.KARŞIDAKİ ADAM NE KADAR BİLDİĞİNİ ZANNETSE DE GERÇEK ÖYLE DEĞİLDİR.KADINLA ERKEK BAŞKADIR,BAMBAŞKADIR.KADININ ÜZÜLMESİ YADA KIZMASI İÇİN SEBEBE GEREK YOKTUR.ESKİ DÜĞÜMLERE DOKUNMASI YETERLİDİR. ERKEK İSE ÖYLE MİDİR? HAYIR DEĞİL!ERKEK SADECE ANLIK KIZAR VE ASLA ESKİ DÜĞÜMLERE DOKUNMAZ; ZATEN AKLINADA GELMEZ. KADIN PAMUK İPLİĞİ GİBİDİR.NAZİK AMA SAĞLAM HER NE KADAR ÜZÜLSE DE KENDİ İÇİN OLMASA DA, HAYATA BAĞLANMAK İÇİN ÇOK SEBEBİ VARDIR. ERKEK ANI YAŞAR. ÇOK CANI YANARSADA YA KAÇAR YA DA BATAR. HAYATA BİR DÜĞÜM DAHA ATMAK YERİNE...

KADIN VE ERKEK BAŞKA BAŞKADIR.DÜĞÜMLER ÇOĞALDIKÇA HAYAT ÇEKİLMEZ OLUR KADINA; ERKEĞİNSE NE DÜĞÜM UMRUNDADIR NE DE PAMUK İPLİĞİNE BAĞLI HAYATI..'

GAMYÜKÜ

Dürüstlük, Sanırım Yıllar Önce Kayboldu...

Dürüstlük, sanırım yıllar önce kayboldu ve insanlara sadece affetmek ve bununla birlikte unutmak kaldı..geçmişte size yapılan kötülükleri, haksızlıkları affedin, unutmaya çalısın,,affedemediğiniz takdirde ruhunuz hep acı çekecektir..sanırım bunu diyen insan, hayattan payını fazlasıyla almıştır sanırım..Canı yanabilecegi kadar yanmış,aldığı her nefes sadece ona biçilen ömrü doldurabilmek içindir.Canın bir kere yandımı ne dünya kalıyor gözünde ne de hayat.Bitiyor yaşam sevincin. Geç kalan doğru ne kadar doğruysa o doğruyu getirenin dürüstlüğüce o derece dürüstlüktür.yanı bir önemi yoktur..zaten her şeye geç kaldığı gibı buna da geç kalmıştır.

Canın bir kere yandımı,bir kere oyuna geldin mi bitiyor hayata da insanlara da olan güvenin kalmıyor.güven olmadan ne kadar yaşanır onu da bilmiyorum, bilemiyorum..güven insanın yasam sigortasıdır..yasamak için tutunduğun dalların garantisidir..güven olmadan tutunduğun dalın ne kadar sağlam olduğu kimin umurundadır ki..Kuşku insanı yer bitirir..ne dost bırakır yanında ne arkadaş ne de sevgili..annen bile terk eder belki en son..belki de yeterince dürüstlük beklememeliyiz..bu herkesin yapabildiği bir şey değildir.Yaş 35 yolun yarısı ederken ben 22mde yolun %80ını aldım..yoruldum.hayattan hiç bir beklenti olamadan yaşanır mı ya da yaşanabilir mi şimdi onu öğreniyorum.daha ne kadar canım yanar..daha ne kadar sadece nefes alırım bilmek gerçekten çok zor..ve acı...!bekli de böle konuşmak için çok erken..eminim yasamak için yasadıklarımdan çok daha büyük acılar vardır,balkı onlarında tadına bakacam, baktırılacam...ama ne kadar önemi olur...

Ve o yüzden ben de diyorum ki: geçmişte yapılan kötülükleri affedin, unutmaya çalısın..Unutamadığınız takdirde ruhunuz acı çekecektir..sanırım ben unutmak yerine ruhumun acı çekmesini tercih ettim..belki unutmak ta aynı acıyı veriyordur..seçim sızın...sız olsaydınız hangisini seçerdiniz..unutmuş gibi mi yapardınız? yoksa acı çekmeye devam mı ederdiniz...?

Gamyükü

12 Nisan 2008 Cumartesi

Ayrılık-Ezgi'nin Günlüğü

Bu gün küskün bir gün var masamda
Bütün ayrılıklardan arda kalmış
Ayrılık usulca büyür içimde
Sonra usulca uzaklaşır
Aramızda ne yer var ne de zaman
Ne başka bir yüz ne başka insan

Ayrılık saksıdaki çiçeklerimiz gibi büyür
Sessiz ve nedensizce durmadan...

11 Nisan 2008 Cuma

Bugünü Yaşamak

Çok zaman önceydi.O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu. İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu dolu ve anlamlı. Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan. Bir parçasına dün dedi, diğer parçasına bugün, öteki parçasına da yarın. Sonra esat karıştı zamana ve insan bugününü unuttu. Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan rezil etti bu gününü.
Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bugün için yarın diyordu.
Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bu günü ise eline yüzüne bulaştırdı...Mutsuz oldu insan.
Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığı da hep bu gün yaşadı; ama bu gününü hiç yaşayamadı...

"GAMYÜKÜ"

Bazen Uzun Cümlelerin Noktasıdır Aşk

Bazen uzun cümlelerin noktasıdır aşk
Bazende sebepsiz akan yaşlarin şahidi
Kimi zaman zarafetidir güzelliğin
Kimi zamanda kalbin akla ihaneti
Güzellikler arasında sarhoş olursun
Sokaklarda el ele dolaşirsin
Gece olur hayaliyle ısınırsın
Sabah yine sesiyle uyanmak istersin
Mevsimsiz bir yağmuru andırırsa eğer
Bu ne yaşamaya nede üzülmeye deger
Zaten fazla da sürmez bu yağmur
Çok geçmeden ayrılık rüzgarları eser
Ve hep olduğu gibi
Ayrılık çıkar karşına
Bu acıyla kavrulurken bedenin
Değmez hiç bir şey yaşamaya
Ve koyu bir karanlığa bürünür her yer
Yüzün ne mutlu olur nede bir daha güler
Hep bir çıkmaza sürüklenirken yollar
Avcundan akıp gider yıllar
Dört duvar arasında hapis olursun
İnsanların yüzünde nefreti okursun
Gün gelir geçmişin karanliginda
Elinde olmadan sende kaybolursun
Ve uzun zaman sonra hatırlarsın geçmişi
Gözünde canlanır yaşanılanların her biri
Hayatın geçerken tıpkı bir film gibi
Kapını çalmaya uzanır Azrail diye biri..

Demek ki Gitmelerin Zamanı Şimdi


Gücüm kalmıyor sevgili.. Tükeniyorum.. Tüketiyorsun.. Ben seninle olmak istedikçe sen beni itiyorsun.. Seninle dolu içimi görmüyor ya da görmek istemiyorsun... Sana her yeni gün bir adım daha yaklaşmaya çalıştıkça sen üç adım geri kaçıyorsun... Görmeyi istemediğin yürek öylesine seninle doldu ki acıyor artık. Söylediğin her söz, biraz daha dağlıyor yüreğimi.. "Seni seviyorum" diye haykırmak istedikçe dünyaya susturuyorsun, kapatıyorsun ağzımı. Ama kaybediyorsun sevgili, aslında uzaklaşan kendin sanırken, beni itiyor kendinden uzaklaştırıyorsun... Başka sevdalara yönelmek istemedikçe, buna beni zorluyorsun. Korkuyorum bir gün seni sevmekten vazgeçerim diye...

Gidecek misin diye sorma bana!
Gönderen sensin. Ne ayrılmayı istedim senden, nede terk etmeyi seni.
Nede bu yürekler dolusu aşka böylesine zamansız veda etmeyi.
Senin kadar öfkeliyim bende, senin kadar endişeli..
Bir dokunuşunla bin kenti yıkacak güç verirdin bana ama inandıramadım seni.
Sen sorgularken beni kafanda, ben gözlerinin içine bakıyordum kuşkuyla. Bir tek sözün bağlardı beni sana. Oysa sen hep susmanın koynunda.
O dünya ki;bazen minicik bir odada bazen kentin ortasında şekillendi. Nasılda güzeldi?
Zaten sen varsın diye her şey güzeldi ama sen buna da inanmadın?
Ah bu sorular.. Yaşamak varken sevdayı delice niye boğarız sorularla? Nasıl ikna edebilirdim seni? Ben "aşk" dedikçe Sen "dur" dedin.
Ben "seninleyim" dedikçe Sen "hayır" dedin.
Zaten az konuşan sen, olumsuz ne kadar sözcük varsa bulup çıkardın ortaya. Ben hiçbir şey diyemedim..
Ne kadar zarar vermişim sana meğer.. nasıl değiştirmişim seni.. oysa hiç böyle düşünmemiştim. Kimseye zarar vermek istememiştim. Kimseyi olduğundan farklı bir hale getirmek değildi amacım. Ama öyle oldu işte..

Demek ki gitmelerin zamanı şimdi..